26 Mart 2012 Pazartesi

Selam Oza!

Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!


Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!

Yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

Karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.


Selam Oza!

Andrey VOZNESENSKİ

25 Mart 2012 Pazar

Yukarıda bulunan mektup işyerime gelmiş.Çalıştığım yerde "destek klübü" adı altında çalışanların yardımı ile maddi ve manevi zor durumda olan insanlara yardım etmeye, elimizden geldiğince insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz.Bu mektubu sizlerle paylaşmak istedim.İmkanınız ve vicdanınız varsa bazı şeyler daha katlanılabilir olacak.

12 Mart 2012 Pazartesi

Binlerce Pozantı

"Sonra beni götürdüler. Oyun oynayalım, dediler. Daha önce bizi doktora götürdükleri için bakire raporumuz var. Bakire olduğumuz için önden bir şey yapamıyorlar. Ha bire arkadan. Şişe vardı, bilmem ne vardı. Şişeyi içinde patlatalım mı, yok getir kıralım falan. Bilmem hangi ülkede öyle yapıyorlarmış. Kırıyorlarmış. Şişe oyunu oynayalım vesaire ama samimi olarak söylüyorum. Arkam parçalandı desem yeridir. Göğüs ucum koptu. Çıktıktan sonra tek dikiş attırdık. Göğsümün bu tarafından süt gelmiyor. Bende sadece iki gözenek var. O da kenarlarda kaldı. Üzerimde sigara yaktılar. Hâlâ izi var. Ben bir erkeğin bu kadar çirkinleşebileceğini orada gördüm. Daha hiçbir erkekle tanışmadan erkeklerin ne kadar çirkin olabileceğini orada gördüm… Bunlar devletin milliyetçileri, devlete sahip çıkanlar, koruyanlardı. Arkamızdan ha bire kan akıyordu.
…Karşıdan bir çığlık kopuyor ki dehşet. Küçük bir kız. Çığlığı korkunç. Anlamıyoruz. Dokuz veya on yaşlarındaydı. Bize göre çok çocuktu. Göğüsleri daha gelişmemişti. Hazal nasıl zevk alıyor musun, falan diyorlar. Ama kız ölüyor. Bir adam sürekli bağırıyor. Gözlerimiz kapalı. Anlamıyoruz. Arkamdan kan akıyor. Göğüs uçlarım ağrıyor, dayanacak güçte değilim. Vücudum alev alev yanıyor. Artık dayak yemek istemiyordum. Arkamın acısı beni zorluyor. Yanımdaki beni dürttü. Gözlerini aç, dedi. Açamam, dedim. Dayanacak gücüm yok, dedim. Kürtçe, aç gözlerini, dedi. Kararlı sesi beni korkuttu. Göğüsleri daha belirgin olmayan bir kız çocuğu, saçları dağılmış. Kızın bacaklarının arasından kan akıyor. Ne oldu anlamadık. Tokat atıyorum yok. Kızın gözleri fal taşı gibi açılmış. Kız defalarca tecavüze uğramış. Kızdan ha bire kan boşalıyordu. Ne yapsam kendine gelmiyor. Sanki gözleri yırtılıyor. Kürtçe konuşuyorum yok, Türkçe konuşuyorum yok. Hiç tepki yok. Kaskatı olmuş. Ped koyalım, bir şey yapalım diyorum ama taş gibi kaskatı. Ped tutacak gibi değil. Ben ses etmiyorum ama yanımdaki bastı küfrü. Artık ağzına geleni sayıyor. Biri gelip diyor ki dokuz kişi onu… Biraz daha konuşursanız yirmi kişi gelip sizi… Biri diyor ki babası daha konuşmadı mı? Babasını konuşturmak için küçücük kıza gözünün önünde tecavüz etmişler.”
Şimdi bu anlatı, çocukluğunu doksanlı yıllarda ‘Güneydoğu’da geçirmiş olan bir genç kadının ağzından o yıllarda yaşadığına dair, ‘Bildiğin Gibi Değil’ adlı kitapta kayda düşmüş.
80’li yılların Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananlardan yine yürek daraltıcı bir anlatı örneği de verebilirim. Onların da bir kısmı kayda düştü çünkü.
2010’lu yıllarda Pozantı’da Kürt çocuklarına reva görülen, bu zincirin halkasıdır. Yeni değildir. AKP hükümetinin de sarılmış bulunduğu ‘münferit’ utanmazlığına gelmez.
O yörede Kürt kadınları ve çocukları ve erkekleri on yıllardır, hayal gücümüzü zorladığı için birer tercüme cehennem anlatısı gibi okur okumaz, işitir işitmez unuttuğumuz vahşet uygulamalarına denek edilmişlerdir. Edilegelmektedirler.
Jandarma, JİTEM elemanı, polis; kısacası üniformalı devlet güçleri tarafından tecavüze uğramakta, işkencelerde sakat bırakılmaktadırlar.
Diyarbakır Cezaevi’nde 80’lerde uygulanan devlet politikasının şimdi de daha küçük yaştayken Kürt çocuklarına Pozantı’da uygulanmakta olduğunu öğrenmiş olmak, hayat algımızı değiştirecek mi? Asıl soru budur.
Yani, o çocukların neden taş attıklarını artık anlıyor musunuz?
Ellerine taştan daha güçlü bir silah geçtiğinde hiç çekinmeden onu da kullanacaklarını; kendilerine yaşatılanları unutsalar da analarına, atalarına yaşatılmış olan onca zulmün hesabını ölümüne sormak isteyeceklerini biliyorsunuz, değil mi?
Tanık olmayı reddettikçe; yeni duyduğunuz her devlet marifeti karşısında şaşkınlıklardan şaşkınlık beğenerek mahzun demokrat pozunda bir kenarda dikildikçe hep birlikte korkunç bir yok oluşa doğru hızla gideceğiz.
Pozantı’dan binlerce var. Binlerce merkez on binlerce Kürt çocuğunu doğduğuna pişman etmek için harıl harıl çalışıyor.
Zaten o çocukları emzirecek memeler bile sakat bırakılmış, süte geçit vermiyor.
Terörle mücadele konusunda ahkâm kesen iktidar uzmanları, Hazal’ı nasıl iyileştireceklerini soranlara da terörist diyor.
Hep birlikte, katliam çağrısı yapan hocalarla katliamcı askerine şükranlarını sunan hacılar arasındaki itişmeyi izliyoruz. Hangi taraf bizi bu utançtan, Hazal’ın gözlerindeki sorudan, Pozantı’lardan kurtaracak dersiniz?

Yıldırım Türker’in bu yazısı 11.3.2012 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

5 Mart 2012 Pazartesi

-Gece boyunca uyumadım.
+Neden?
-Kalbi sıkıştı dönüp durdu tüm gece yatağında
+Ah'larım vicdanını sızlattığındandır, geçer.

An itibari ile kendi sözlerime inanamadım.Kendimle başbaşa kalmayalı baya insafsız olmuşum ve hiç üzülmedim ne yalan söyleyeyim.