29 Temmuz 2012 Pazar

SIMA XERAMEY !

Uzun bir aradan sonra  geri döndüm ve memleketim fotoğraflarını sizinle paylaşmak istedim. Ne yazık ki bu fotoğrafları ben çekmedim.Ama bir nebze de olsa özlemimi giderdi.Fotoğraflara baktıkça bile huzur buluyorum.İstedim ki siz de baktıkça huzur bulun umarım bir gün yolunuz düşer Dersim'e...



22 Mayıs 2012 Salı

Rüyamda hava kapalı ve yağmurlu.. g-max'a binmişim tanımadığım arkadaşlarım ve bir çift var.G-max'la yavaş yavaş yukarı çıkarken ben çifti süzüyorum.Ardından g-max'dan indikten sonra çifti takip ediyorum evlerinin yerini öğreniyorum.Daha sonra küçük bir çocukla çiftin evine gidiyorum.İkisi yatakta uzanmış uyuyorlar.Çocuğun ceketinin cebinden bir anahtar alıp sessizce evden çıkıyoruz.Dışarda hala yağmur devam ediyor.Yerin aşağısında bodrum katı gibi bir klübeye gidiyoruz o küçük çocukla.Çiftden aldığım anahtar ile  demirlikli klübenin anahtarını çeviriyorum ve içinden 8-9 tane çocuk çıkıyor en son klübeden bir çocuk çıkıyor en ufakları  yukarı çıkmaya çalışıyor ama boyu yetmediği için çıkamıyor  elimi birleştiriyorum gülümsüyorum kendisine elimin üstüne basıp yukarı çıkıyor. Ağlıyor muydu yoksa yağmurdan yüzü mü ıslanmıştı anlayamadım o an öyle bir tebessüm edişi vardı ki tüm umutları, mutlulukları yüzünde taşıyordu..içim sevinçle doldu:)  ve uyandım gülümseyerek...

15 Mayıs 2012 Salı

The Fall.1

Alexandria: Neden herkesi öldürüyorsun?
Roy: Benim hikâyem.
Alexandria: Benim de hikâyem.

24 Nisan 2012 Salı

90. yıl anısına
Ünlü Ermeni aydınlarından Khajag'ın 90 yıl önce 24 Nisan'da sürgün edilirken söylediği son söz, yaşananların en çarpıcı özetiydi belki de: "Beni uzaklara götürüyorlar sevgili..."


***

Ermeni dünyası yitirdiği atalarını bir kez daha anıyor. 90. yıldönümü dolayısıyla dünyanın dikkati de Ermeni Sorunu'na çevrilmiş durumda.
Özellikle İstanbul'daki Ermeni aydınların, yazarların, sanatçıların, öğretmenlerin, avukatların, doktorların, din adamlarının ve mebusların teker teker evlerinden alındıkları, götürüldükleri ve birkaçı dışında bir daha geri dönmedikleri gündür 24 Nisan 1915.


***

Elbet resmi tarih yazımı başka şeyler anlatır. Halkın güvenlikli bölgelere göçü sırasında hastalıktan yitirilen kayıplardan bahseder. Savaş koşullarını, Ermeniler'in Ruslarla işbirliğini, ülkeye geri dönen Ermenileri sıralar ve ölenlerin rakamları üzerinden polemiğe girer.
Oysa 90 yıl sonra esas olan, bizzat bugünü de etkileyen bir tarihi soruna artık nasıl bakılması gerektiği üzerinde uzlaşılmasıdır.


***

Doğada her canlı kendi yaşam alanı ile kurduğu bağ üzerinden inşa eder sürekliliğini. Ermeni halkı da kültürünü ve varlığını 4000 yıldır yaşadığı Anadolu toprakları üzerinde kurmuştu. İşte 1915, esas olarak bu kadim kültürün kesintiye uğradığı, Ermeni halkının tarihsel vatanından süpürüldüğü ve bilinmez uzaklara savrulduğu tarih oldu ve bir halkın kendi yaşam alanı ile, kendi kökü ile ilişkisinin koparıldığı bir milat noktası olarak kayıtlara geçti.


***

Tam da bu nedenle yaşananları sadece uluslararası hukuk terimleri içersine sınırlamak kimi zaman yetersiz kalabilmekte. Türkiye bugün "soykırım" kavramının hukuksal algılanışından hareketle bu terim yerine sürgün, göç ya da tehciri tercih ederken yaşananların özü bundan ne kadar etkilenmektedir? İsmi değişince yaşanan acı daha mı az bir insanlık suçudur? İsterse insanlar altından uçaklarla en rahat koşullarda gönderilmiş olsun, bu ait olunan topraklardan koparılış o zaman daha mı az trajik hale gelecektir?

***

1915 sonrası dünyanın dört bir yanına savrulmuş Ermeni halkının "soykırım"daki inadı ve hırçınlığı da bu kök arayışı ile yakından ilgilidir. Tam da bu noktada Ermeni dünyası ile konuşma zemininin oluşması açısından Türkiye'de 90 yılın sonunda yaşananların nasıl adlandırıldığından öte, tarihte ne olduğu üzerinde alternatif kaynaklara ve söylemlere de alan tanıyan bir ifade ve bilgi özgürlüğü elzem gözüküyor. Bir diğer gerekli gelişme de sınırı halen kapalı bulunan iki komşu ülkenin, Türkiye ile Ermenistan'ın ilişkilerini normalleştirmeleri ve bugünü layıkıyla inşa ederek tarihi konuşabilir noktalara gelmeleridir.


***

Bugüne kadar doğruluğuna inandığım bu ana ilkeler doğrultusunda yazdım. Geçmişimi sırtlarken Türkiye toplumu ile birlikte demokratik bir ülkenin de mücadelesini verdim. Kavramların, propagandaların, tezlerin ötesinde 1915'in insana dair o büyük acısına olanca çıplaklığı içinde sahip çıktım. Çünkü benim nezdimizde tarihe bakmak hukuk ile ya da belgelerle sınırlı bir alan değil, esas olarak bir vicdan meselesidir.

***

Gelin bu noktada vicdanlara seslenmek üzere, sözü bir diğer aydın, mebus Krikor Zohrab'a bırakalım ve idealist avukatın 1915 tarihli son mektubuna göz atalım: "Sevgilim, bir tanem, artık bizim için son perde başlıyor. Daha fazla gücüm kalmadı. Sağ kalmazsam, çocuklarıma son öğüdüm şu ki, daima birbirlerini sevsinler, sana tapsınlar, kalbini acıtmasınlar ve beni de hatırlasınlar..."

***

Bir 24 Nisan'da bu topraklarda hep birlikte tüm bu insanları hatırlamak, ruhları şad etmek, acıda ortaklaşarak sevinçler üretebilmek yalnızca Ermeni halkının duyduğu ızdırabı dindirmekle kalmayacak, Türkiye'nin de demokratikleşmesinin ta kendisi olacaktır.

HRANT DİNK


Not: Bu yazı 22 Nisan 2005 / 24 Nisan 2012 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.

13 Nisan 2012 Cuma

Size bir hikaye anlatacağım.Bir zamanlar Anadolu'da yaşanmış bir hikaye...

Anadolu'da bir çocuk yaşarmış.Çocuğun aklında hayalleri, umutları..
Çocuk hayallerini gerçekleştirebilmek için var gücüyle savaşmış, mücadele vermiş, emek harcamış, önüne çıkan engelleri bir bir aşmış.. ama bir engel varmış ki önüne çıkan tüm diğer engellere bedel.Çektiği tüm acılara eş.Geçtiği tüm yollara değer.Çocuk durmuş düşünmüş kalkmış bir sigara yakmış yine düşünmüş geleceğini kurduğu hayat için geçmişini silmeyi göze almış.Bir kapıyı açabilmesi için diğer kapıyı kapatması gerekiyormuş...
Herşeyini geride bırakıp enkaz olup küllerinden yeniden doğmuş.Doğduğu yerde kâh güneş olmuş; aydınlatmış çevresini, ısıtmış sıcaklığıyla...Kâh su olmuş; akmış yatağını bulmuş, kuruyup çatlayan toprağa hayat olmuş...Kalem olmuş; boğaza düğümlenen ne varsa kağıda dökmüş..Ekmek olmuş yetimin boğazından geçen iki lokma olmuş..Yola yoldaş olmuş.Gövdesi gövdelere can olmuş...

Fakat o diğer kapıyı kapatmasaydı bana sadece amca olacaktı...

26 Mart 2012 Pazartesi

Selam Oza!

Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!


Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!

Yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

Karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.


Selam Oza!

Andrey VOZNESENSKİ

25 Mart 2012 Pazar

Yukarıda bulunan mektup işyerime gelmiş.Çalıştığım yerde "destek klübü" adı altında çalışanların yardımı ile maddi ve manevi zor durumda olan insanlara yardım etmeye, elimizden geldiğince insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz.Bu mektubu sizlerle paylaşmak istedim.İmkanınız ve vicdanınız varsa bazı şeyler daha katlanılabilir olacak.

12 Mart 2012 Pazartesi

Binlerce Pozantı

"Sonra beni götürdüler. Oyun oynayalım, dediler. Daha önce bizi doktora götürdükleri için bakire raporumuz var. Bakire olduğumuz için önden bir şey yapamıyorlar. Ha bire arkadan. Şişe vardı, bilmem ne vardı. Şişeyi içinde patlatalım mı, yok getir kıralım falan. Bilmem hangi ülkede öyle yapıyorlarmış. Kırıyorlarmış. Şişe oyunu oynayalım vesaire ama samimi olarak söylüyorum. Arkam parçalandı desem yeridir. Göğüs ucum koptu. Çıktıktan sonra tek dikiş attırdık. Göğsümün bu tarafından süt gelmiyor. Bende sadece iki gözenek var. O da kenarlarda kaldı. Üzerimde sigara yaktılar. Hâlâ izi var. Ben bir erkeğin bu kadar çirkinleşebileceğini orada gördüm. Daha hiçbir erkekle tanışmadan erkeklerin ne kadar çirkin olabileceğini orada gördüm… Bunlar devletin milliyetçileri, devlete sahip çıkanlar, koruyanlardı. Arkamızdan ha bire kan akıyordu.
…Karşıdan bir çığlık kopuyor ki dehşet. Küçük bir kız. Çığlığı korkunç. Anlamıyoruz. Dokuz veya on yaşlarındaydı. Bize göre çok çocuktu. Göğüsleri daha gelişmemişti. Hazal nasıl zevk alıyor musun, falan diyorlar. Ama kız ölüyor. Bir adam sürekli bağırıyor. Gözlerimiz kapalı. Anlamıyoruz. Arkamdan kan akıyor. Göğüs uçlarım ağrıyor, dayanacak güçte değilim. Vücudum alev alev yanıyor. Artık dayak yemek istemiyordum. Arkamın acısı beni zorluyor. Yanımdaki beni dürttü. Gözlerini aç, dedi. Açamam, dedim. Dayanacak gücüm yok, dedim. Kürtçe, aç gözlerini, dedi. Kararlı sesi beni korkuttu. Göğüsleri daha belirgin olmayan bir kız çocuğu, saçları dağılmış. Kızın bacaklarının arasından kan akıyor. Ne oldu anlamadık. Tokat atıyorum yok. Kızın gözleri fal taşı gibi açılmış. Kız defalarca tecavüze uğramış. Kızdan ha bire kan boşalıyordu. Ne yapsam kendine gelmiyor. Sanki gözleri yırtılıyor. Kürtçe konuşuyorum yok, Türkçe konuşuyorum yok. Hiç tepki yok. Kaskatı olmuş. Ped koyalım, bir şey yapalım diyorum ama taş gibi kaskatı. Ped tutacak gibi değil. Ben ses etmiyorum ama yanımdaki bastı küfrü. Artık ağzına geleni sayıyor. Biri gelip diyor ki dokuz kişi onu… Biraz daha konuşursanız yirmi kişi gelip sizi… Biri diyor ki babası daha konuşmadı mı? Babasını konuşturmak için küçücük kıza gözünün önünde tecavüz etmişler.”
Şimdi bu anlatı, çocukluğunu doksanlı yıllarda ‘Güneydoğu’da geçirmiş olan bir genç kadının ağzından o yıllarda yaşadığına dair, ‘Bildiğin Gibi Değil’ adlı kitapta kayda düşmüş.
80’li yılların Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananlardan yine yürek daraltıcı bir anlatı örneği de verebilirim. Onların da bir kısmı kayda düştü çünkü.
2010’lu yıllarda Pozantı’da Kürt çocuklarına reva görülen, bu zincirin halkasıdır. Yeni değildir. AKP hükümetinin de sarılmış bulunduğu ‘münferit’ utanmazlığına gelmez.
O yörede Kürt kadınları ve çocukları ve erkekleri on yıllardır, hayal gücümüzü zorladığı için birer tercüme cehennem anlatısı gibi okur okumaz, işitir işitmez unuttuğumuz vahşet uygulamalarına denek edilmişlerdir. Edilegelmektedirler.
Jandarma, JİTEM elemanı, polis; kısacası üniformalı devlet güçleri tarafından tecavüze uğramakta, işkencelerde sakat bırakılmaktadırlar.
Diyarbakır Cezaevi’nde 80’lerde uygulanan devlet politikasının şimdi de daha küçük yaştayken Kürt çocuklarına Pozantı’da uygulanmakta olduğunu öğrenmiş olmak, hayat algımızı değiştirecek mi? Asıl soru budur.
Yani, o çocukların neden taş attıklarını artık anlıyor musunuz?
Ellerine taştan daha güçlü bir silah geçtiğinde hiç çekinmeden onu da kullanacaklarını; kendilerine yaşatılanları unutsalar da analarına, atalarına yaşatılmış olan onca zulmün hesabını ölümüne sormak isteyeceklerini biliyorsunuz, değil mi?
Tanık olmayı reddettikçe; yeni duyduğunuz her devlet marifeti karşısında şaşkınlıklardan şaşkınlık beğenerek mahzun demokrat pozunda bir kenarda dikildikçe hep birlikte korkunç bir yok oluşa doğru hızla gideceğiz.
Pozantı’dan binlerce var. Binlerce merkez on binlerce Kürt çocuğunu doğduğuna pişman etmek için harıl harıl çalışıyor.
Zaten o çocukları emzirecek memeler bile sakat bırakılmış, süte geçit vermiyor.
Terörle mücadele konusunda ahkâm kesen iktidar uzmanları, Hazal’ı nasıl iyileştireceklerini soranlara da terörist diyor.
Hep birlikte, katliam çağrısı yapan hocalarla katliamcı askerine şükranlarını sunan hacılar arasındaki itişmeyi izliyoruz. Hangi taraf bizi bu utançtan, Hazal’ın gözlerindeki sorudan, Pozantı’lardan kurtaracak dersiniz?

Yıldırım Türker’in bu yazısı 11.3.2012 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

5 Mart 2012 Pazartesi

-Gece boyunca uyumadım.
+Neden?
-Kalbi sıkıştı dönüp durdu tüm gece yatağında
+Ah'larım vicdanını sızlattığındandır, geçer.

An itibari ile kendi sözlerime inanamadım.Kendimle başbaşa kalmayalı baya insafsız olmuşum ve hiç üzülmedim ne yalan söyleyeyim.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Günün Irkçısı Ödülünü Erzurum'dan Mustafa Aydın kazandı!


Fotoğrafta gördüğünüz şahsiyet Erzurum Dumlupınar İlköğretim Okul Müdürü.Erzurum’da Yakutiye Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen ’Huzur toplantısı’na katılan bu insan görünümlü amip kafalı müdür bozuntusu yapmış olduğu konuşmada ;
"Çocuklar bir defa genellikle hırsız. Bunun yanında çocuklara devamlı ’Anneniz yoğurt mayalıyor mu’ diye sorarım. ’Evet mayalıyor’ diyorlar. Bir kere yoğurt bozuksa, mayası bozuktur. Aile ne ise, çocuğu odur. Bulunduğum çevreyi sokak sokak dolaştım. O kadar kullanılmayan ev var ki. Çocuklar köpek bakıyor. Orada soba yakmış oturuyorlar. Yetkililere eski ve boş evlerin yıkılmasını söyledim. Analar ne kadar kültürlü olursa yetişecek nesil o kadar kültürlüdür. İngiltere’de okullarda şiddetin dozunu ayarlamak için bir takım tartışmalar yapılıyor. Arjantin ya da Brezilya’da emniyette, suçlu çocuklara ’Nasıl bir şiddet uygulayalım’ diye tartışılıyor. Ben bunu bizzat okudum, kafadan atmıyorum. En önemli tespitim, suça meyilli çocukların yüzde 90’ının ailelerinin geçimi sosyal yardımlaşma vakfı tarafından karşılanıyor. Yıllar önce Breziyla’da sokak çocuklarını yok etmek için bir örgüt kurulmuştu. Kusura bakmayın, belki biraz anormal gelebilir ama ben şunu istiyorum: Tıp bu kadar gelişti yüz nakli yapılıyor. Emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin."
demiş.Nerden baksan bu konuşması beş dakika sürmüştür.Ve salonda kimse o mikrofonu müdürün ağzına sokacak kadar insan olamamıştır.Çocuk=Hırsız mantığa bakar mısın? Sen direk ananın karnından okul müdürü olarak doğdun herhalde.Kim bilir kimin rızkını yedin, aldığın torpille kaç hak yedin?Asıl hırsızlık bu.Bence senin soyundan gelenleri kurutmak lazım.Bebekten katil yaratan toplumuz biz  fakat seni kim bu hale getirdi?Kim aklına böyle anlaması güç, zehirli saçmalıkları ekti?Senin gen haritanı çıkarsak temeli Hitlere dayanır.Bişeyleri yok etmek istiyorsa bu nefret dolu iğrenç düşünceleri yok etmeli.Ve bu kişi bir okulun müdürü, içinde pırıl pırıl öğrencileri olan..
En önemli tespiti suça meyilli çocukların yüzde 90'ının ailelerinin geçimini sosyal yardımlaşma vakfı tarafından karşılanmasıymış.Peki bu tespitini yaparken hiç kendine sordun mu Neden diye?
Ruhu hasta bu adamın ve çocuklarla içice.Acilen görevden alınmalı ve tedavi edilmeli.Gasilhane, bu konuyu detaylı incelemelisin.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Dalekler savaşcı olmadan önce öğretmen ve filozoflarmış ahahaha hala gülüyorum:D

1 Şubat 2012 Çarşamba

Yok daha neler

Bugün yakın zamanda evlenecek olan iş arkadaşımı bu gereksiz mutfak eşyalarına bakarken yakaladım.Bu kadar zor olmamalı bazı şeyler.Şimdi aşağıdaki gereksiz mutfak eşyalarını almamak için yapılması gerekenleri tek tek açıklayarak bugünkü saçmalığımızı tamamlayalım.



Konserve Açacağı: Elin kremliyse elini yıkarsın, bezle açmaya çalışırsın, sıcak suyun altına tutarsın daha kuvvetli birine bu ulvi görevi havale edersin hiç olmadı duvara çarp ya aaa

Peynir Kesici:14.yy da Romalılar bıçağı icat etmiş.Boşuna mı icat etmiş.Tabiki de hayır! Peynir kesmeye duyulan ihtiyaçtan dolayı icat edilmiş.Lisedeyken bir grup manyak arkadaşım vardı ne zaman gevrek, boyoz alsak hepsini tek tek koklayıp bu yumurta kokukor diyip yemezlerdi.Hatta kantinciyle bu yüzden kavga ederlerdi .Bunu da peyniri bıçakla kestikten sonra bıçağın peynir koktuğunu söyleyip o bıçağı kullanamayan bazı nefret edilesi takıntılıcanlar icat etmiş olabilir.
Muz Kutusu: Her muz aynı ebatlarda değil ki! Alırken bu kutuya uyuyor mu diye tek tek bakacak mıyız yani.Şuan bu muz aletini kullanmamızda ki tek olumlu yanın anasınıfına giden bebeler için meyve yemeye teşvik edebilir olduğunu düşünüyorum.


Yumurta kesici:Eskinden kahvaltı masalarında yumurta tokuştururduk.Herkesin yumurtasını kırıp zafer kazanan kişi sofrayı toplama işine karışmaz ve istediğimiz kişinin kafasında kırabilme hakkını elde ederdik.Ama evinde yumurta kesici ile büyüyen çocuğun annesi yumurta kesici ile çocugun yumurtasının kafasını uçurduğundan çocugu bu zaferi hiç tadamayacak!

Turunçgil soyucu: Portakal ve sert mandalina soymayı sevmeyen biri olarak bu aleti beğendim.Ama yine de saçma lan.
Sebze Temizleme fırçası: Sebzelerinde dişleri var evet ! Yakında satışa sunulacak bir diğer ürünümüz; Sebze temizleme macunu.

24 Ocak 2012 Salı

Bugün kpss için ne yaptım?

Kpss b 23.09.12 tarihinde yapılacak ve sınava son 231 gün kaldı ders çalışamıyorum bari biraz vicdanımı sızlatayım.Hergün kendime aynı ilahi soruyu soruyorum; "Bugün kpss için ne yaptım?" 
Bugün yaptığım tek şey kaç gün kaldığını hesaplamak! Ders çalışmamak için ne yaptın dersen anlatacak çok şeyim var.Ofisteki evrakları düzenledim hiç gereği yokken, 10 defa çay almaya gittim, internette gezindim, masamı ve çekmecelerimi temizledim, mandalina yedim kesmedi tırnaklarımı yedim o da yetmedi yakında kafayı yiycem.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Kpss ye hazırlandığım daha doğrusu hazılanamadığım şu günlerde hala şans topu, iddaa, loto vs mi oynasam acaba diye düşünmekteyim.

Sabah sabah müdürüm olacak şahıs tüm enerjimi vakumladı sözleriyle.Bir yandan da çay içiyordum yüzüne fırlatmamak için kendimi zor tuttum resmen.Sabahın 8:30'u daha ses telleri açılmamışken bik bik bik konuşuyor.Yeni geldin dur bi nefes al daha önümüzde 7 saat var ne bu acelen.Sabır sabır ya sabır! İş hayatı hiç bana göre değil, benliğime, kişiliğime aykırı, istedikleri kalıba giremiyorum bu sanki 39 numara ayakkabı giyerken zorla 36 numara ayağına girsin diye çabalamak gibi..

13 Ocak 2012 Cuma

yazdım sildim yazdım sildim..beynimden de silebilsem keşke zamana bırakmadan.

1 Ocak 2012 Pazar

Rüyamda arkadaşım bana hediye almış açıyorum paketi içinden Ermenistan'a gidiş-dönüş bileti çıkıyor.Sevinçten havalara uçuyorum.Sözde vizesiz, pasoportsuz gidiliyormuş ama İst.dan uçağa binmem gerekiyormuş.İst.'a gidiyorum ve orda kayboluyorum.Rüyamda dahi Ermenistan'ı göremeden uyandım : /

Bu arada İzmir Adnan Menderes iç hatlar terminalı dış hatlara taşındı.Detaylı bilgi için; http://www.airporthaber.com/adnan-menderes-ic-hatlar-kapaniyor--37149h.html

İnsansız Haber Aracı

 
Sadece İnsan.